Doç. Dr. Emin Elmacı

Doç. Dr. Emin Elmacı


Atatürk'te Cumhuriyet Fikri Bir Günlük Değildi

29 Ekim 2020 - 09:03

Hep söylerim;

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 28 Ekim 1923 tarihinde “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek cumhuriyeti müjdelemişti ancak bu, hiç zaman alelacele verilmiş bir karar değildi. Bu sadece 23 Nisan 1920’de olağanüstü şartlar altında açılmış TBMM’de “meclis hükümetleri sistemi” yerine tüm dünyada geçerli olan “parlamenter sistemi” getirileceğinin habercisiydi.

Çünkü ülkeyi kurtarmak için herkes birleşmiş ve tüm yasama, yürütme ve yargı güçleri TBMM’ye verilmişti ki işler hızla yürüsün. Başbakanı meclis seçer, dışişleri bakanını meclis seçer veya içişleri bakanını meclis ayrı ayrı seçerdi. Başbakan istemediği bir içişleri bakanı ile çalışabilirdi. Bu nedenle artık Mustafa Kemal Paşa işin adının konulmasını istiyordu. Tüm dünyadaki gibi “parlamenter sisteme” geçilmeliydi. Sırayla Lozan’da tüm dünyaya yeni kurulacak devletin egemenliğini ve bağımsızlığını kabul ettirmiş, TBMM’de bir grup oluşturulmuş, başkent belirlenmiş ve sıra o devletin ismini koymaya gelmişti.

Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyet fikrini, gençlik çağlarından beri okuduğu Fransız İhtilali’ni çok iyi bilen, cumhuriyeti anlatan Jean-Jacques Rousseau ve Voltaire sayesinde okumuş ve öğrenmişti. Demokrasinin kurulma düzenini ve demokrasinin kurumlarının ne olduğu çok iyi biliyordu. 

İLK KEZ 1907’DE DİLE GETİRDİ

Yani ondaki cumhuriyet fikri; ilanın bir gün öncesine Ekim 1923’e gitmiyordu. O cumhuriyeti arkadaşlarına ilk kez 1907’de anlatmıştı. İttihat ve Terakki kongrelerinde herkes meşrutiyeti savunurken o cumhuriyeti dile getirdiği için “deli” bile demişlerdi.

En başından beri içinde “milli bir sır” gibi sakladığı “cumhuriyeti” işgal günlerinde, ülkeyi kurtarma aşamasında bile dile getirmekten geri kalmamıştır. 1918 Kasım ayında gazetelere verdiği demeçlerde, ülkedeki her çözümün meclisin kararıyla olması gerektiğini belirtmişti. Samsun’a çıktıktan sonra da yüzü hep millete dönüktü.

Amasya Genelgesi’nde “Yurdu ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır” diyerek “Ulus egemenliğinden” söz edecektir. O dönem “ulusun azmi kararı” denildiğinde kastedilen “Ulus egemenliği” idi ve siyaset algısında da saltanatın yani mutlak monarşinin karşısında olduğunu herkes biliyordu. Yani saltanat ve yanlıları, ulus egemenliğini savundukları durumda kendi varlıklarının yok olacağını bilincindeydiler.  

SALTANAT YANLILARI RAHATSIZ OLDU


Belki de bu nedenden dolayıdır ki milletinin dediğini gerçekleştirmeye çalışan Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da saltanatı, padişahı ve onun yönetiminde olan herkesi rahatsız edecekti. Rahatsız etmekle de kalmayacak, vatanı kurtarmaya çalışan, işgaller karşısında direnişi örgütlemeye çalışan yani “milli olan” Mustafa Kemal Paşa ve yanındakiler “vatan haini ve asi” olarak suçlanacak, yakalanmasına ve idamına da karar verilecekti.

O dönem gazetelerde padişahın “Milletsiz saltanat olmaz” cümleleri yayınlanmasına rağmen, saltanatın karşısında cumhuriyete gidişi belli olan ve milletin de destek olduğu Ankara’nın daha sonra yanında yer alınmayıp, karşı bir politika izlemesi de saltanatın kaldırılmasını kolaylaştıracaktı.



GAZETE İSİMLERİ BİRER MESAJDIR

Bunlar olurken; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de ulusun azmi yani halkın egemenliği kabul edilecek ve “irade-yi milliyeyi” yani milli iradeyi etkin kılmak için karar verilecekti. Cumhuriyete gidiş Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında o kadar yer etmişti ki; Sivas Kongresi’nde bir gazete çıkarttırmış ve adını da “İrade-yi Milliye” koydurtmuştu. Mesaj hem halkaydı hem de İstanbul yönetimineydi. Mesajın gitmediği düşünülmüştü ki; yeni merkez olarak gidilecek Ankara’da çıkartılan gazetenin adı da “Hakimiyet-i Milliye” olacak ve bu gazetelerle kurtuluşun ve belki de geleceğin fikirsel yapısı oluşturulmaya çalışılacaktı.

Cumhuriyete gidiş o kadar belliydi ki; o sırada Anadolu’da olan bir ABD’li amiral, kendi dışişlerine yazdığı raporda “Nasyonalistler sanırım cumhuriyete gidiyor” diye fikrini açıklıyordu. Yabancı gazeteciler, Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına hem “Milliyetçi” ve “Kemalist” sıfatını vermişler hem de halk yönetimine gittiğini açıklamışlardı. Bu gazetelere göre; Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları padişahın karşısında gösterilmekteydi.

Bu nedenle Ankara’ya karşı olanlar, bilerek ya da bilmeyerek “halka yetki vermek istemeyenler” durumuna düştükleri gibi daha da önemlisi ise; “ülkeyi işgalden kurtarmaya” çalışanların da karşısında olmuşlardı. İşte bu yanlış politika sonucunda, nihayet 23 Nisan 1920’de kapısında “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” düsturuyla cumhuriyet aralanmıştı.
 
KURTULUŞTAN SONRA KURULUŞ

Ülkenin işgalden kurtuluşuyla birlikte cumhuriyete gidileceğini herkes anlamıştı. Kurtuluş kazanılmış, sıra kuruluşa gelmişti. O da 29 Ekim 1923 tarihinde Anayasa’ya konulan bir maddeyle, cumhuriyetin ilan edilmesiyle gerçekleşmiş ve Meclis önünde bekleyen halk, akşam karanlığında sevinç gösterileriyle karşılamıştı bu kararı. Fener alayları başlamıştı.

Ertesi yıl, yıl dönümü sevinçle kutlanmış, daha sonraki yıldan itibaren de “milli bayram” ilan edilerek bu kazanımın nesilden nesillere geçmesi ve birlik beraberliğin sağlanması düşünüldü. Dönemin tüm çağdaş ve gelişmiş ülkelerinde durum bu şekildeydi.

Bu nedenle, bizde de “29 Ekim”, kuruluş günü olarak tespit edilmiş ve belki de “EN MİLLİ BAYRAM” olmuştu.
           
Milli Bayramlar, Milliyim diyen herkesin canla başla kutlaması gerekli bayramlardır.
Milli Bayramlar Milli BİRLİK ve BERABERLİĞİN güçlenmesini isteyenlerin özel önem vermesi gerekli bayramlardır.

29 Ekim bu devletin EN MİLLİ BAYRAMIDIR
KURULUŞ BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!!!
            CUMHURİYETİMİZ sonsuza kadar yaşasın…
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum