Doç. Dr. Emin Elmacı

Doç. Dr. Emin Elmacı


Akıl ve Bilim, Her Zaman...

10 Kasım 2020 - 17:57

Biliyorsunuz “Güzel İzmir’imiz” kısa bir süre önce önemli bir deprem yaşadı. Hepimize geçmiş olsun. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. İzmir’imizin başı sağ olsun.

1914 yılında Türkiye’de bir güneş tutulması olduktan kısa bir süre sonra Isparta ve Burdur’da büyük bir deprem olmuş ve kamuoyu o zaman da depremi güneş tutulmasına bağlamıştı. O dönemin Kandilli Rasathanesi Müdürü Fatin Bey (Gökmen) de gazetelere demeç vermiş ve depremin güneş tutulması ile ilgisinin olmadığını, eğer olsaydı her güneş tutulmasından sonra deprem olması gerektiğini açıklamıştı.

Depremlerin oluşu ile ile ilgili tarihte herkes aklına geleni söylemiştir. Ancak burada, dünyada deprem biliminin başlamasına katkı sağlayan önemli bir depremden söz etmemiz gerekli. 1755 tarihindeki Porto depremi… Porto’da gerçekleşen ve büyük can alan bu şiddetli deprem, belli bir bölge üzerinde tüm evleri, kiliseler de dâhil yıkmasına rağmen sadece bir binanın zarar görmemiş olması birçok kişiyi şaşırtmıştı. Şaşırtmasının ana nedeni ise o yıkılmayan tek binanın bir fuhuş evi olmasıydı. Çünkü o zamanlara kadar, depremin dinen ilahi bir güç tarafından gerçekleştirildiği düşünülmekteydi. Bu nedenle kiliselerin yıkılmasına rağmen o fuhuş evinin yıkılmamış olması depremin nedeninin sorgulanmasını sağlamış ve sorgulama sonucunda depremlerin oluşunun başka bir nedeninin olabileceğinin düşünülmesine başlanmıştı. Bunun sonucunda da deprem bilimi ve faylar ortaya çıkmıştı.

Bunun bizim coğrafyayı ilgilendiren yanı ise o tarihlerde 1793 yılında İstanbul’daki rasathanenin Şeyhülislam tarafından “Din dışı işler ile uğraşıyor” denilerek kapatılmasıydı. Akıl ve bilim belki doğudan başlamış, İstanbul’da bir rasathane dahi kurulmuştu ama artık batı bu anlamda bizi geçmiş ve akıl ve bilim sayesinde çağdaşlaşmaya başlamıştı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a geldikten bir kaç gün sonra 3 gazeteye demeç vermişti. Özellikle birinde kullandığı cümleler çok önemliydi.

Atatürk’e muhabir “en iyi siyaseti” sormuştu. O da açıklarken “ben en iyi siyasetin her türlü manasıyla en çok kuvvetli olmakta bulunduğunu kabul ederim.” Dedikten sonra özellikle asker olmasına rağmen “en çok kuvvetli olmak” ile sadece silah kuvvetini kastetmediğini belirtmiş ve “Benim kastettiğim manen ve ahlâken kuvvetli olmakla birlikte bilim ve fen ile de kuvvetli olmaktır.” demiştir. Sonuçta da “Bu saydığım özelliklerden mahrum olan bir milletin bütün efradının en son silahlara sahip olduğunu farz etsek bile, kuvvetli olduğunu kabul edemeyiz” cümlesiyle de kuvvetli olmak için bilim, fen ve ahlaken kuvvetli olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmıştı. O büyük kişilik daha o tarihlerde cümlelerinde geleceğe de yön verecek cümlelerini kullanmaktaydı.

1924 Eylül ayında Erzurum ve Erzincan’ı da etkileyecek Pasinler Depremi olmuş ve 6.9 şiddetindeki bu deprem 310 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Gazi Mustafa Kemal Paşa, kısa bir süre sonra bölgeye gelmiş ve tüm idari, mülki ve askeri amirlerle depremzedelerin ihtiyaç ve beklentilerinin tespiti, karşılanması, ulaşımı gibi yapılması gerekenleri hızla yoluna koymuştu.
Atatürk, depremden zarar gören bölge halkını yalnız bırakmadığı gibi devletin yapması gerekenlerin emirlerini hızla vererek de halkın acılarını bir nebze hafifletmeye çalışmış ve devletin yanlarında olduğunu göstermişti.

O gezide, evi yıkılmış ve yakınlarını kaybetmiş bir yaşlı ile aralarında geçen konuşması, halkın devlete bakışını ve Atatürk’ün kafasındaki “devrim” kavramını göstermesi acısından çok önemlidir. Atatürk depremde evi yıkılan ve zararı büyük olan yaşlı depremzedeye maddi kaybını sorduğunda adam “padişahım bilir” demişti. Saltanat-padişahlık kaldırılalı 2 yıl olmuş, cumhuriyet-halk yönetimi gelmişti ve yaşlı adam cumhurbaşkanına “padişahım bilir” demekteydi. Yaşlı adamın gözünde devlet padişahtı ve zararını söylemek yerine işi padişaha bırakıyordu. Atatürk padişahlığın kalktığını belirtip sorusunu tekrar sormasına rağmen yaşlı adam yine aynı yanıtı vermişti, “padişahım bilir”…
Atatürk, bu kez etrafındakilere dönmüş ve neden halka padişahlığın kaldırıldığını anlatmadıklarını sorduğunda ise bir yetkili “efendim bir tebliğle duyurmuştuk her yere” demişti. Buna kızan Atatürk’ün, “Devrim yazıyla olmaz halkın ayağına gideceksiniz ve onlara anlatacaksınız” cümlesi oldukça değerlidir.

Günümüzde deprem günlerinde devlet kısa sürede yardıma gitse bile köylülerimizin “Devlet nerede? Neden gelmedi? haykırışları, Atatürk’ün devrimleriyle, halk nezdinde devletin rolünün nasıl değiştiğinin bir göstergesidir. “Devlet, halkı için vardır” mantığının oturtulması kolay olmadı. “Padişahım çok yaşa” sloganları yerine, hep halkın refahı, huzuru önde tutulmaya başlanmıştı. Daha 23 Nisan 1920’de TBMM’nin kapısına “hakimiyetin kayıtsız şartsız halka ait” olduğunun yazılması ve bir kaç ay sonra da TBMM’de verilen “halkçılık programı” bunun ilk ayağıydı. Halk en öndeydi artık. Halk padişahın kulu değil, o devletin özgür, bilinçli bir bireyi olarak eşit haklara sahip birer vatandaşı statüsüne sokulmaya çalışıldı. Halkçılık buydu işte. Halkın toplumda var olan her türlü ayrımlardan kurtulup eşit olması.

İzmir’de 1933’de cumhuriyetin 10.yıl kutlamalarında saptadığım bir tespit bunun en iyi göstergesiydi. Osmanlı döneminden beri resmi kutlamalar, halkın Konak’taki Valilik önüne yani devletin ayağına gelerek yapılırken, ilk kez bu 1933’de değiştirilmişti. Halk için, ülkenin her yerinde halka ait cumhuriyet meydanları yapılmış ve Vali ve mülki amirlerin tümü yani devlet, artık halkın ayağına gelerek bayramları kutlamaya başlamıştı. Bu çok önemli bir değişim, çok anlamlı bir devrim idi. Artık devlet halkının ayağına gelmeye başlamıştı yani artık devlet halkı için vardı.

Bu felsefe, 1930 yılında Atatürk tarafından kendi el yazılarıyla da yazılmış ve 1931’de de basılarak devlet okullarına gönderilmiş “Medeni Bilgiler” kitabında da aynen geçmişti. Atatürk bu eserinde, kurduğu cumhuriyetin genç nesillerine hürriyeti, secim sistemini, evrensel insan haklarını ve devletin halk için neleri yapması gerektiğini öğretmekteydi. Hem de tüm dünyada “faşist diktatörlüklerin” olduğu bir dönemde…

Son padişahın, gazetelere Sivas Kongresi sonrası verdiği demeçte “Milletsiz padişah (devlet)olmaz” demesine rağmen düşmanla mücadele eden milletin yanında durmak yerine, devlet olarak gördüğü padişahlığını kurtarmaya kalkması, temelleri halka dayanan eşitlikçi ye halkı için var olan yeni bir devlete giden yolu açmıştı. Tıpkı 1922’de saltanatın kaldırıldığının ertesi günü, bir gazetenin manşetindeki gibi “milletin saltanatı tarihi zorunlulukların bir sonucuydu” artık.

Artık akıl ve bilime dayalı yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştu.

İşte en başta söylediğim, daha 1918’de verdiği demeçlerde bile akıl ve bilimi kullanarak kafasında buna dayalı bir yapının varlığını gösteren Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün, ölüm yıl dönümü. Ona ne kadar minnet duysak yetmeyecek biliyorum. İyi bildiğim ise sadece onun tek istediği “Beni unutmayınız” isteğini bile yapsak yeteceğidir.

Minnettarız…

Saygıyla ve sonsuza dek unutmayacağız…

YORUMLAR

  • 1 Yorum